Hür Dünyada Sürdürülen Komünist Çin Karşıtı
Doğu Türkistan Mücadelesinde
Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti’nin
TESPİT VE DEĞERLENDİRMELERİ
2-5 Ekim 2009 tarihleri arasında 5. Dönem Toplantısı’nı gerçekleştiren Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti olarak; Doğu Türkistan meselesi ile ilgili değerlendirmelerimizi, tespitlerimizi ve hedeflerimizi içeren “2009-2013 Dönemi Beyannamesi”ni 2009 yılı Kasım ayında kamuoyu ile paylaşacağız.
Ancak Doğu Türkistan’da ve hür dünyada gelişen olaylar ve yapılan yanlış değerlendirmeler karşısında, Sürgün Hükümeti olarak aşağıdaki konularda kamuoyunu bilgilendirme ihtiyacını hissettik.
Urumçi’de yaşanan 5 Temmuz Olayları sonrasında hür dünyada yapılan basın açıklamaları arasında Doğu Türkistan halkının sürdürdüğü mili mücadelesine uygun olmayan, nahoş, üzücü değerlendirmeler kamuoyunda yanlış anlaşılmalara neden olduğu görülmüştür.
A) Sürgün Hükümet olarak şunu ifade etmeliyiz ki, hür dünyadaki Doğu Türkistanlılar hiçbir zaman 40 yıldır lider arayışı içinde olmamışlardır. Ülkemizin 1949 yılında işgalinden sonra 1995 yılına kadar hür dünyada sürdürülen Doğu Türkistan mücadelesini temsil eden iki liderimiz olmuştur. Bunlardan biri mücahit ve ilim adamı Mehmet Emin Buğra, diğeri de dava adamı ve siyasetçi İsa Yusuf Alptekin’dir. 1995 yılından sonraki dönemlerde ise Ahmet Igemberdi gibi ledirlerimiz, Erkin Alptekin dava adamlarımız bulundukları ülkelerde bu milli davanın temsilciğini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla Doğu Türkistanlıların lider arayışı ifadesinin yanlış anlaşılmadan kaynaklandığı düşünülmektedir.
B) 1949 yılından bu yana hür dünyada ve vatan içinde sürdürülen mücadelenin temelinde dini ve milli değerlerimiz vardır. Elbette demokrasi hedefimizdir, elbette insan hakları, hak arayışları, kişisel özgürlükler önemlidir. Ancak bunlarla beraber bizim mücadelemiz millet mücadelesidir ve millet içindir… Bizim mücadelemiz din mücadelesidir ve imanımız içindir. Nitekim 1933 ve 1944 yıllarında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyetleri’nin devlet armasında ve anayasalarında “millet” ve “din” gerçeği açık şekilde vurgulanmıştır… Ve bu gerçekler, demokrasiyi ilke edinerek sürdürdüğümüz milli mücadelenin temelini oluşturmaktadır.
C) Ayrıca konuya sıcak bir yaklaşım sergileyen yazılı ve görsel basının, köşe yazarlarının, muhabir arkadaşlarımızın; bilgi eksikliği ve yetersizliğinden kaynaklanan sebeplerle “Sinkiang”, “Şincan”, gibi Çinlilerin uydurduğu yanlış tabirlerin dışında “Uygurlular”, “Şincanlı Türkler”, “Uygurlu Müslümanlar” ve “Şincanlı Uygurlar” gibi hiç de aslı astarı olmayan tabirlerin üretilerek kullanıldığı görülmüştür. “Doğu Türkistan” adıyla paraların, pasaportların basıldığı, bağımsız cumhuriyetlerin kurulduğu vatanımızın hem milli hem de coğrafi adı Doğu Türkistan’dır. Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik ve Kazak (% 10) gibi kardeşlerin yaşadığı Doğu Türkistan’da nüfusun çoğunluğunu Türk ve Müslüman olan Uygurlar (% 85) oluşturmaktadır.
D) Doğu Türkistan’ın nüfusu konusunda kesin bir rakam verme imkânımız yoktur. Ancak bu topraklarda yıllardır Çinlilerin dışında yaklaşık 30 milyon kişinin yaşadığı ifade edilmiştir. Hatta bazı arkadaşlarımız 35 milyon rakamını dahi telaffuz ede-gelmişlerdir. Ne var ki 5 Temmuz Urumçi Olayları’nın ardından Doğu Türkistan’da 13 milyon, 20 milyon insanın yaşadığı ifade edilmeye başlandığı görülmektedir. Yıllardır söylediğimiz 30 milyon nüfusun, bir ay içinde 10 milyon azalarak 20 milyona düşürülmesinin sebebini bilmiyoruz. Ancak bölgedeki Müslüman Türk nüfusunun sayısının az gösterilmesinin Pekin’in menfaatlerine hizmet olduğunu belirtmek istiyoruz. Ayrıca 1938 yılında bu topraklarda % 95’i Müslüman ve Türk olan 4.879.598 kişinin yaşadığını, ve bu rakama özellikle güney bölgesinde kırsal kesimde yaşayan 15 yaş civarındaki erkek çocukların askere alınacakları endişesi ile dahil ettirilmediklerini de hatırlatmak istiyoruz.
E) Uygur Amerikan Derneği Başkanlığı görevinin dışında DUK Başkanlığını yürüten Rabia Kadir hanımefendinin özellikle insan hakları ihlalleri ve kişisel özgürlükler çerçevesinde sürdürdüğü mücadelesi halkımız tarafından takdir edilmektedir. Pekin Hükümeti’nin başta Rabia Kadir olmak üzere birçok dava arkadaşımızın seyahat özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik davranışlarını “Sürgün Hükümet” olarak şiddetle protesto ediyoruz. Bu münasebetle şu hususu da aktarmak isteriz ki, bu mücadele içinde yer alan herkes, ülkelerin hassasiyetlerine, değerlerine saygı göstermek durumundadır. Bu dava içinde yer alan arkadaşların milli ve dini değerlerimize azami özen ve dikkati göstermek mecburiyetleri vardır. PKK benzeri terörist örgütlerin sürdürdüğü mücadele ile Doğu Türkistan halkının sürdürdüğü mücadele arasında çok ciddi farkların olduğu gerçeği asla unutulmamalı; Avrupa’da özellikle Türkiye aleyhine çalışan bu tür zararlı ve şiddet içeren kişi ve gruplardan uzak durulmalıdır.
F) Türkiye’de “Uygurları Araştırma Enstitüsü” kurulması talebini yersiz buluyoruz. Uygur Türklerinin Türk tarihindeki, Türk medeniyetindeki yeri ve önemi Türk kamuoyunun genel bilgisi dahilindedir. Ancak Türkiye’de veya bir başka ülkede “Doğu Türkistan Araştırma Enstitüsü”nün kurulmasını Sürgün Hükümetimiz günümüz dünyasının elzem ihtiyacı olarak görmektedir. Özellikle “Ankara”nın, TİKA’nın, İslam Konferansı Örgütü’nün ve Rabıta’nın desteğiyle kurulacak bir enstitüde, yapılacak stratejik değerlendirmeler ve dokümantasyon çalışmalarının dünya barışına ve medeniyetine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Sürgünde mücadele veren bizler böyle bir Enstitü’nün kurulması için gerekli altyapıyı oluşturmaya talip ve yeterli olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
G) Vakıf, dernek, kurultay, Sürgün Hükümet gibi teşkilatlar tarafından hür dünyada sürdürülen Doğu Türkistan mücadelesi, desteklenmesi gereken insani bir davadır. Mazlum ve mağdur konumdaki Doğu Türkistanlılar olarak her türlü desteğe kapımız açıktır ve başka da çaremiz yoktur. Ancak hiç kimsenin, hiçbir grubun bu insani davayı, para karşılığı bir başka ülkenin tekeline, güdümüne sokma hakkı olmadığını vurgulamak istiyoruz. Özellikle insani, milli ve dini değerlerimizi hiçe sayarak, yok gören her türlü işbirliği ve anlayışı reddettiğimizi ifade etmek istiyoruz. 1949 yılından bu yana yeryüzünde adeta cehennem hayatı yaşatılan 30 milyon insanın milli mevcudiyetini koruyarak insanca yaşamalarını sağlayıcı önlemlerin alınması noktasında yapılacak her türlü maddi ve manevi desteğe Sürgün Hükümeti’nin kapısı açıktır…
20.10.2009 İstanbul, Türkiye
D.T.S.H. Basın Yayın Müdürlüğü
NOTE: Bu yazı ambargoludur. Hükümet içi yazışmadır, izinsiz yayınlandığında DTSH’nin sorumluluğu yoktur.
Doğu Türkistan Mücadelesinde
Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti’nin
TESPİT VE DEĞERLENDİRMELERİ
2-5 Ekim 2009 tarihleri arasında 5. Dönem Toplantısı’nı gerçekleştiren Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti olarak; Doğu Türkistan meselesi ile ilgili değerlendirmelerimizi, tespitlerimizi ve hedeflerimizi içeren “2009-2013 Dönemi Beyannamesi”ni 2009 yılı Kasım ayında kamuoyu ile paylaşacağız.
Ancak Doğu Türkistan’da ve hür dünyada gelişen olaylar ve yapılan yanlış değerlendirmeler karşısında, Sürgün Hükümeti olarak aşağıdaki konularda kamuoyunu bilgilendirme ihtiyacını hissettik.
Urumçi’de yaşanan 5 Temmuz Olayları sonrasında hür dünyada yapılan basın açıklamaları arasında Doğu Türkistan halkının sürdürdüğü mili mücadelesine uygun olmayan, nahoş, üzücü değerlendirmeler kamuoyunda yanlış anlaşılmalara neden olduğu görülmüştür.
A) Sürgün Hükümet olarak şunu ifade etmeliyiz ki, hür dünyadaki Doğu Türkistanlılar hiçbir zaman 40 yıldır lider arayışı içinde olmamışlardır. Ülkemizin 1949 yılında işgalinden sonra 1995 yılına kadar hür dünyada sürdürülen Doğu Türkistan mücadelesini temsil eden iki liderimiz olmuştur. Bunlardan biri mücahit ve ilim adamı Mehmet Emin Buğra, diğeri de dava adamı ve siyasetçi İsa Yusuf Alptekin’dir. 1995 yılından sonraki dönemlerde ise Ahmet Igemberdi gibi ledirlerimiz, Erkin Alptekin dava adamlarımız bulundukları ülkelerde bu milli davanın temsilciğini üstlenmişlerdir. Dolayısıyla Doğu Türkistanlıların lider arayışı ifadesinin yanlış anlaşılmadan kaynaklandığı düşünülmektedir.
B) 1949 yılından bu yana hür dünyada ve vatan içinde sürdürülen mücadelenin temelinde dini ve milli değerlerimiz vardır. Elbette demokrasi hedefimizdir, elbette insan hakları, hak arayışları, kişisel özgürlükler önemlidir. Ancak bunlarla beraber bizim mücadelemiz millet mücadelesidir ve millet içindir… Bizim mücadelemiz din mücadelesidir ve imanımız içindir. Nitekim 1933 ve 1944 yıllarında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyetleri’nin devlet armasında ve anayasalarında “millet” ve “din” gerçeği açık şekilde vurgulanmıştır… Ve bu gerçekler, demokrasiyi ilke edinerek sürdürdüğümüz milli mücadelenin temelini oluşturmaktadır.
C) Ayrıca konuya sıcak bir yaklaşım sergileyen yazılı ve görsel basının, köşe yazarlarının, muhabir arkadaşlarımızın; bilgi eksikliği ve yetersizliğinden kaynaklanan sebeplerle “Sinkiang”, “Şincan”, gibi Çinlilerin uydurduğu yanlış tabirlerin dışında “Uygurlular”, “Şincanlı Türkler”, “Uygurlu Müslümanlar” ve “Şincanlı Uygurlar” gibi hiç de aslı astarı olmayan tabirlerin üretilerek kullanıldığı görülmüştür. “Doğu Türkistan” adıyla paraların, pasaportların basıldığı, bağımsız cumhuriyetlerin kurulduğu vatanımızın hem milli hem de coğrafi adı Doğu Türkistan’dır. Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik ve Kazak (% 10) gibi kardeşlerin yaşadığı Doğu Türkistan’da nüfusun çoğunluğunu Türk ve Müslüman olan Uygurlar (% 85) oluşturmaktadır.
D) Doğu Türkistan’ın nüfusu konusunda kesin bir rakam verme imkânımız yoktur. Ancak bu topraklarda yıllardır Çinlilerin dışında yaklaşık 30 milyon kişinin yaşadığı ifade edilmiştir. Hatta bazı arkadaşlarımız 35 milyon rakamını dahi telaffuz ede-gelmişlerdir. Ne var ki 5 Temmuz Urumçi Olayları’nın ardından Doğu Türkistan’da 13 milyon, 20 milyon insanın yaşadığı ifade edilmeye başlandığı görülmektedir. Yıllardır söylediğimiz 30 milyon nüfusun, bir ay içinde 10 milyon azalarak 20 milyona düşürülmesinin sebebini bilmiyoruz. Ancak bölgedeki Müslüman Türk nüfusunun sayısının az gösterilmesinin Pekin’in menfaatlerine hizmet olduğunu belirtmek istiyoruz. Ayrıca 1938 yılında bu topraklarda % 95’i Müslüman ve Türk olan 4.879.598 kişinin yaşadığını, ve bu rakama özellikle güney bölgesinde kırsal kesimde yaşayan 15 yaş civarındaki erkek çocukların askere alınacakları endişesi ile dahil ettirilmediklerini de hatırlatmak istiyoruz.
E) Uygur Amerikan Derneği Başkanlığı görevinin dışında DUK Başkanlığını yürüten Rabia Kadir hanımefendinin özellikle insan hakları ihlalleri ve kişisel özgürlükler çerçevesinde sürdürdüğü mücadelesi halkımız tarafından takdir edilmektedir. Pekin Hükümeti’nin başta Rabia Kadir olmak üzere birçok dava arkadaşımızın seyahat özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik davranışlarını “Sürgün Hükümet” olarak şiddetle protesto ediyoruz. Bu münasebetle şu hususu da aktarmak isteriz ki, bu mücadele içinde yer alan herkes, ülkelerin hassasiyetlerine, değerlerine saygı göstermek durumundadır. Bu dava içinde yer alan arkadaşların milli ve dini değerlerimize azami özen ve dikkati göstermek mecburiyetleri vardır. PKK benzeri terörist örgütlerin sürdürdüğü mücadele ile Doğu Türkistan halkının sürdürdüğü mücadele arasında çok ciddi farkların olduğu gerçeği asla unutulmamalı; Avrupa’da özellikle Türkiye aleyhine çalışan bu tür zararlı ve şiddet içeren kişi ve gruplardan uzak durulmalıdır.
F) Türkiye’de “Uygurları Araştırma Enstitüsü” kurulması talebini yersiz buluyoruz. Uygur Türklerinin Türk tarihindeki, Türk medeniyetindeki yeri ve önemi Türk kamuoyunun genel bilgisi dahilindedir. Ancak Türkiye’de veya bir başka ülkede “Doğu Türkistan Araştırma Enstitüsü”nün kurulmasını Sürgün Hükümetimiz günümüz dünyasının elzem ihtiyacı olarak görmektedir. Özellikle “Ankara”nın, TİKA’nın, İslam Konferansı Örgütü’nün ve Rabıta’nın desteğiyle kurulacak bir enstitüde, yapılacak stratejik değerlendirmeler ve dokümantasyon çalışmalarının dünya barışına ve medeniyetine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Sürgünde mücadele veren bizler böyle bir Enstitü’nün kurulması için gerekli altyapıyı oluşturmaya talip ve yeterli olduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
G) Vakıf, dernek, kurultay, Sürgün Hükümet gibi teşkilatlar tarafından hür dünyada sürdürülen Doğu Türkistan mücadelesi, desteklenmesi gereken insani bir davadır. Mazlum ve mağdur konumdaki Doğu Türkistanlılar olarak her türlü desteğe kapımız açıktır ve başka da çaremiz yoktur. Ancak hiç kimsenin, hiçbir grubun bu insani davayı, para karşılığı bir başka ülkenin tekeline, güdümüne sokma hakkı olmadığını vurgulamak istiyoruz. Özellikle insani, milli ve dini değerlerimizi hiçe sayarak, yok gören her türlü işbirliği ve anlayışı reddettiğimizi ifade etmek istiyoruz. 1949 yılından bu yana yeryüzünde adeta cehennem hayatı yaşatılan 30 milyon insanın milli mevcudiyetini koruyarak insanca yaşamalarını sağlayıcı önlemlerin alınması noktasında yapılacak her türlü maddi ve manevi desteğe Sürgün Hükümeti’nin kapısı açıktır…
20.10.2009 İstanbul, Türkiye
D.T.S.H. Basın Yayın Müdürlüğü
NOTE: Bu yazı ambargoludur. Hükümet içi yazışmadır, izinsiz yayınlandığında DTSH’nin sorumluluğu yoktur.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen